Balık Tutmayı Öğrenmeliyiz

Ülke yöneticilerimiz tarafından 2023 yılı için konulan ihracat hedefi 500 milyar dolar. Bu hedef konulduğunda eminim pek çok kişi bunun hayalperestlikten başka bir şey olmadığını düşünmüştür. Ancak çok fazla değil bundan 10-15 yıl öncesine baktığımızda o günkü ihracat rakamlarımızın 5-10 milyar dolarlar civarında olduğunu görürüz. Geçen süreçte ihracat rakamlarımız artan bir trendle 100 milyar dolar çizgisini aştığını şişirilmişte olsa görmekteyiz. Kuşkusuz bunda ülkemizin gelişen sanayi, firmalarımızın uluslar arası pazar arayışlarını sürdürmeleri, ihracat prosedürlerini öğrenmelerini ve bu alanlarda uzman personelle çalışmalarını sayabiliriz. Yani kısacası ülkemiz sanayicileri de artık Lafonten Masallarını öğrendi ve bu oyunu artık kurallarına göre oynamayı başardı diyebiliriz.  

İhracat rakamlarının yükselmesindeki en önemli basamaklardan birincisini kaliteli ve dünya standartlarında üretim yapmak oluşturmaktadır. Tabiî ki bunu gerçekleştirebilmek için üretici firmaların yeni teknolojileri tanımaları ve bu teknolojileri üretimlerinde kullanabilmeleri de unutulmamalıdır.  Günümüz dünyasında teknolojilerin ithal edilmesi artık tek başına yeterli gelmemektedir. Çünkü bu teknolojileri kullanabilecek ve üretime yansıtabilecek eğitilmiş insan faktörünü asla göz ardı edemeyiz. Demek ki bu konuda gerek işletmeler ve gerekse eğitim kurumları yükümlülüklerini yerine getirmişlerdir diyebiliriz. Ancak yeterli olup olmadığı ise tartışmaya açık bir konudur.

Teknoloji ithalatında unutulmaması gereken en önemli konulardan birisi ithal edilen teknolojilerin uzun soluklu olamamasıdır. Çünkü çok kısa süre sonra sahip olunan teknolojilerin daha üst versiyonları bir sonraki yıl piyasaya sunulmaktadır. Hal böyle olunca da işletmeler neredeyse yılaşırı yeni teknolojileri ithal etme açmazıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da kazanımlarının büyük bir bölümünü sürekli yeni yatırımlara harcamak zorunluluğu sürekli gündemlerini meşgul etmektedir. Peki bu açmazdan işletmelerin kurtuluş yolu ne ya da neler olabilir sorusu aklımıza gelebilir. Bunları 2 ana başlıkta toplayabiliriz;

1-   İşletmeler üretimlerini çok iyi analiz etmeli ve sıradan üretimler yerine dünya piyasalarında geçerliliği olan ve aynı zamanda katma değeri yüksek ürünler üretmeyi hedeflemeliler. Böylece aynı zaman, emek ve girdilerle daha yüksek kar marjını yakalayabileceklerdir. Buna örnek olarak narenciye ihracatı yerine meyve suyu, işlenmiş kabuklarından marmelat, reçel hatta kozmetik sanayi için işlenmiş ürünler ihraç etmeyi örnek verebiliriz. Bunun en canlı örneğini çok uluslu bir firma bizim yoğurdu ile meşhur Silifke ilçemizde bile kendi yoğurdunu satabilmektedir. Peki ama bunu nasıl başarmıştır diye soracak olursanız, bildiğimiz yoğurdun için çilek taneleri koyarak. Peki ülkemizde yoğurt var, çilek üretiliyor peki biz neden bunu daha önce akıl etmedik? İşte ARGE dediğimiz olay bu.

Benim yaşımda olanlar anımsarlar, babaannelerimiz, anneannelerimiz torunlarına yoğurdu  sevdirebilmek için içerisine pekmez ya da reçel karıştırıp bize yedirirlerdi. Aslında bahse mevzu firmanın düşündüklerini atalarımız zamanında düşünmüşler ancak bunun ticari bir ürün olarak satmayı asla akıl etmemişlerdir.

2-   Bir diğer husus ise, işletmeler için uzun vadede tehlikeli olanı sürekli yeni teknoloji transferidir. Bu durum işletmeler için hem pahalı ve hem de kesin bir çözüm değildir. Bunu söylerken işletmeler hiç teknoloji transferi yapmasınlar anlamını kastetmiyorum. Önemli olan işletmelerin ihtiyaçları olan teknolojiyi bünyelerine katmaları, yeterince eğitilmiş teknik elemanları ile bu teknolojileri süreci içerisinde optimum seviyede kullanabilmeleridir.

Bu konuya şöyle bir açıklık getirebiliriz. İşletmenize son sistem bir CNC tezgâh aldığınızı varsayalım. Ancak CNC konusunda yetişmiş bir operatörünüz olmadığı için bu tezgâhtan istediğiniz iş verimini alamıyorsunuz.  Maksimum 2 yıl sonra bu CNC tezgâhtan daha üst seviyede donanım özelliklerine sahip yeni tezgâhlar piyasaya sürülmektedir. Yöneticiler mevcut tezgâhlarında yapamadıkları işleri bu yeni tezgâhlarda yapabileceklerini umdukları ya da bu konuda yanlış yönlendirildikleri için bu yeni ürünleri almak zorunluluğunu hissetmektedirler. Bu zorunluluğu hissetmelerindeki bir başka etken de bu yeni versiyon tezgahları rakipleri konumundaki firmaların alıp kendilerinden daha kaliteli ve ucuza üreterek pazar pahlarına ortak olacakları telaşı neden olmaktadır.

Aslında gözden kaçırdıkları detay ellerindeki mevcut tezgâhların yapamadıkları pek çok işi yapabilme özelliğine sahip olduklarını bilmemeleridir. Ne kadar yüksek teknolojiye sahip bir ürünü  kullanırsanız kullanın elde edebileceğiniz verim o ürünü kullanan ya da işleten kişinin becerisi ile doğru orantılıdır. Atalarımız “At sahibine göre kişner”  sözü ile bu durumu ne güzel açıklamışlarıdır.

Olayın bir başka boyutu da işletmelerin ARGE birimlerini kurarak ürünlerini, üretim tekniklerini sürekli geliştirmeleridir. Böylece sürekli dışarıdan teknoloji transfer etmek yerine kendi teknolojilerini kendileri üreterek gelişmelerini sürdürmeleridir.  Kısacası balık yemeyi değil, balık tutmayı öğrenmeliyiz


Facebook Twitter Google+ LinkedIn Pinterest Addthis