Türkiye'nin Enerji Gerçeği

Yine kış geldi, yine doğalgaz feryatları ülkenin dörtbir yanından yükselmeye başladı. Derken ülkemizin enerji ve hariciyeden sorumlu bakan ve bürokratlarına yine Rusya yolu gözüktü. Peki bu durum her kış geldiğinde böylemi olacak? Kış mevsimi soğuk geçmesin diye dualara mı başlayacağız? Peki diyelimki kış karsız soğuksuz geçti peki o zaman yazı nasıl geçireceğiz? Bu seferde yazları yağmur duasına mı çıkacağız? Bu nasıl çelişki dostlar...

Hepimizin bildiği gibi Allah bizlere 4 mevsimi bahşetmiş. Her mevsimin kendine özgü sevinci, heyecanı, telaşı, işkencesi velhasıl meşakkati vardır. Ancak mevsimlerden herhangi birisi gerektiği gibi kendini hissettirmez ise felaketin bir sonraki mevsimde kapımızı çalması kaçınılmaz olmaktadır. Şöyle bir düşünelim. Kışın yeterince soğuk olmasa, gerektiği kadar kar ve yağmur yağmasa neler olur? Yağmurlar yağmazsa toprak yeterince suya doymaz ve yazın susuzluktan çatlar. Dağların zirvesine kar yağdığında bu karlar kışın donar ancak baharla birlikte yumuşamaya ve sularını yavaş yavaş ovalara göndermeye başlar. Yazın ovalardaki insanların, bitkilerin, hayvanların, böceklerin velhasıl tüm canlıların suya ihtiyacı olduğu zaman da daha cömert olur ve suyunu daha bol gönderir. Kış mevsiminde havalar soğuk olduğunda her türlü mikrop ve haşerat daha sıcak olan toprak altına gizlenir. Böylece insanlar daha sağlıklı bir kış sezonu geçirme şansını yakalar. Peki ya sonbaharda, işte o zaman da sert rüzgarlar esmeye başlar ağaçların dallarında kalan çürük ve hastalıklı olupta insanların toplama gereksinimi duymadığı meyveleri sağlıklı ağaçların dallarından uzaklaştırır. Bir sonraki mevsimde ağaçların daha sağlıklı meyve vermelerine yardımcı olur.

Şimdilerde insanlar oturup aman kış fazla soğuk geçmesin, aman üşümeyelim diye feryatlara başlıyor. Ben bunları söylerken insanların soğuktan donmasını istediğim kanaati sizlerde lütfen oluşmasın. Benim vurgulamak istediğim şu. Dünyada bizden daha soğuk ülkeler var. Bu ülkeler bu tür sorunlarını nasıl çözmüşler ya da çözüyorlar. Hep övünüyoruz Türkiye dünyanın doğal kaynaklar olarak en zengin bölgesinde diye. Peki bu zenginliklerden yeterince yararlanabiliyor muyuz? Yanıt koskocaman bir maalesef.

Bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri enerji sorunlarını nasıl çözmüş bir bakalım. Bu ülkeler geçmişte öncelikli olarak fosil yakıtları kullandılar. Ancak bu kaynakların azalması ve artan çevre kirliliği sonucunda da yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneldiler. Bildiğiniz gibi bu enerji kaynaklarının başında rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi ve dalga enerjisi gelmektedir. Bunlar içerisinde özellikle güneş enerjisi birinci sırayı almaktadır. Peki bizim ülkemizde artan enerji talebine karşılık neler yapılmış. Her zaman olduğu gibi yine işin en kolayına kaçılmış ve doğrudan doğalgaza yönelmişiz. Bugün dünyada en pahalı üretilen enerjilerin başında doğalgazdan üretilen enerji gelmektedir. Yine bugün dünyada gelişmiş ülkeler enerji taleplerinin maksimum %18 ni doğalgazdan sağlamakta iken Türkiye ve Meksika' da bu oran %50 nin üzerinde neredeyse %60 lara dayanmaktadır. Bu tablodan anlamamız gereken şudur:

  • Bugün Türkiye enerjide dışarıya en çok bağımlı dünya ülkelerinden biridir.

  • Türkiye bu enerji ihtiyacını öncelikli olarak uluslararası ilişkileri çok iyi olmayan ülkelerden (Rusya, İran) temin etmektedir.

  • Yılda 50 milyar $ dış ülkelere enerji için vermektedir. Bu rakam her yıl periyodik olarak artmaktadır.

  • Türkiye yenilenebilir enerji kaynaklarını en az kullanan bir ülkedir.

Bugün Almanya' da pek çok kurum, kuruluş ve hatta özel kişiler kullandıkları enerjiyi kendileri üretmekte ve fazlasını da devlete satmaktadırlar. Peki bunu nasıl gerçekleştiriyorlar. Ülkenin pek çok yerinde güneş tarlaları kurulmuş hatta bu tarlalar kıraç ve verimsiz araziler üzerine kurulmuş. Köyler bu güneş tarlalarından ürettikleri enerjiyi önce kendi ihtiyaçları için kullanıyorlar, artanını ise ulusal sisteme aktarmaktadırlar. Pek çok binaların çatıları ve cepheleri dekoratif olarak güneş panelleri ile kaplanmış olup herkes kullanacağı elektrik enerjisini yine bu şekilde üretmektedir.

Şimdi istatistiki bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bugün dünyada Türkiye gibi yılda en fazla güneş ışığı alan başka kaç ülke var? Peki bunlar coğrafi olarak dünyanın neresindeler? Yine örneğimi Almanya' dan vereceğim. Türkiye' de en az güneş alan bölgemiz bildiğiniz gibi Karadeniz Bölgesidir. Almanya' nın en çok güneş alan bölgesinin yıllık güneşli gün sayısı Karadeniz Bölgesinden daha az olmasına rağmen bugün Almanya güneşten enerji elde etme konusunda bir hayli mesafe katetmiş bulunmaktadır. Peki biz ne yapıyoruz o güzelim güneşli günlerde saz çalıp sırtüstü yatıyoruz, kış gelince de ağustos böceği gibi enerji için kapıları çalıyoruz. Sanırım bizlere bu masal çok erken yaşlarda öğretildiği için daha sonraki yıllarda bu masalın vermek istediği dersi unutuyoruz.

Bugün dünyada ürettiği enerjiyi insanlarına karla satan Türkiye dışında ikinci bir ülke bulunmamaktadır. Yine bugün dünyada en pahalı enerjiyi kullanan ülkelerin başında yine Türkiye gelmektedir. Tabii ki tüm bunlara ilaveten yapılmakta ve yapılacak olan enerji tabanlı yatırımlarda da devlet öncelikle kendisine getireceği karı öncelikli olarak düşünmektedir. Halbuki bugün gelişmiş toplumlarda devletin asıl amacı kar amaçlı kurumlar kurmak değil, bireylerine hizmetleri ucuz ucuz olmasa da uluslar arası arenada insanlarının rekabet edebileceği koşulları hazırlamaktır. İşte sosyal devletin asıl yapması gereken de budur. İnsanlarının bazı nedenlerde yapamadıkları yatırımları (Enerji, sağlık, ulaşım, eğitim, savunma vb.) yapmak ve onların kullanımına sunmaktır.

Maliye Bakanı 2007 yılında enerji ithalatı için 32 milyar dolar harcandığını 2008 yılı için öngörülen rakamın ise 52 milyar dolar olduğunu daha birkaç ay önce söylemiştir (Temmuz 2008). "Evet kazan kazan petrole ver." Peki bu değirmenin suyu nereden geliyor, biz neden bu kadar yüksek rakamları dışarıya veriyoruz, buna nasıl dur diyeceğiz diyen tek Allah kulu yok. Peki sonraki yıllarda bu rakamlar azalacak mı? Hayır tam aksine katlanarak artacak. Öyleyse bu borçları ne ile ve de nasıl ödeyeceğiz? İşte bunun yanıtını tahmin etmek bile istemiyoruz. Çünkü atalarımız ne güzel söylemiş "Borç alan emir de alır." Evet bu emrin ne anlama geldiğini de hepimiz biliyoruz. Uluslar arası yitirilmiş bir itibar, trendi düşüşe geçmiş bir ekonomi işte şu anda sanayi sitemizde motor seslerinin gelmediği atölyeler.

Peki sormak lazım bu sanayi böylemi olmalıydı. Tamam kabul ediyoruz dünyada sizin adına global ekonomik kriz dediğiniz kriz var. Dünyanın gelişmiş olan ülkeleri bu krizi aşmak için politikalar üretirken, ekonomik tedbirler ve paketler hazırlarken biz ne yapıyoruz. "Hamdolsun teğet geçti" diyoruz. Hani keşke öyle olsa... Ama gerçekler hiçte öyle söylemiyor. İktidarı, muhalefeti yandaşı, arkadaşı kaptırmışız kendimizi bir seçim rüzgarına gidiyoruz. Ahmet, Mehmet veya herhangi birisi kim seçilirse seçilsin sonuç ne olacak sorarım size. Kendisine verilen görevi yasalar çerçevesinde yapmaya çalışacak değimi? O zaman neden bu hırslaşma ve inatlaşma. Yok eğer yasadışı işlemler yapacaklarsa peki o zaman ülkenin Cumhuriyet Savcıları ne güne duruyor? Onlarda görev yapmıyorsa, o zaman bu işin sorumlusunu aramamız gerekir maalesef onun sorumlusu da yine bizleriz.

Her ülkenin öncelikli olarak savunma, enerji, ulaşım, eğitim vb. alanlarda milli politikaları olması gerekir. Hükümetlerin görevleri ise bu stratejik alanlarda ülkenin milli menfaatlerini ön planda tutan politikalar üretmek olmalıdır. Ama maalesef bugün Atatürk döneminden sonraki yönetimlere baktığımızda bu milli politikalardan vazgeçildiği ve uzun vadeli politikalar yerine kısa vadeli politikalar izlendiği görülmektedir. Şimdi kulaklarımda eski bir politikacının şu sözleri çınlamaktadır "Eğer Türkiye enerji konusunda akılcı projeler üretmediği ve bu projeleri hayata geçirmediği takdirde yakın gelecekte evlerimizde karanlıkta oturmaya mahkum kalacağız." Ne yazık ki bunu söyleyen bakanın üyesi bulunduğu hükümet de dahil olmak üzere daha sonraki hükümetlerin hiçbirisi enerji konusunda hiçbir ciddi projeleri devreye sokmamıştır.

Bir an için evlerimizde yanmayan lambalar, çalışmayan tv'ler, cep telefonları, bilgisayarlar, mutfak araçlar, asansörler, çalışmayan bankamatikler, internet, çalışmayan takım tezgahları, havalanamayan uçaklar, çalışmayan radarlar, ülke savunması vs. vs. Enerjisiz hayatımız nasıl olur? Aklıma gençliğim ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası uygulanan ABD ambargosu sonundaki elektrik kesintileri aklıma geldi. O yıllar Ankara - Siteler' de her gün günde 2-3 saatlik programlı elektrik kesintileri uygulanırdı ve bizler o zorunlu molalarda benzin yokluğundan boş olan sokaklarda naylon topların peşinde futbol oynardık. Ancak daha sonraki yıllarda Özal döneminde yapılan barajlar sayesinde 1990' larda Türkiye elektrik ithal ettiği Bulgaristan ve İran' a bile elektrik enerjisi satar duruma gelmişti. Ancak o günler çok çabuk geçti bugün elektrik sattığımı ülkelerden tekrar elektrik enerjisi alır durumlara geldik. Sanırım artık şapkamızı önümüze koyup ciddi bir biçimde bunun nedenlerini sorgulamamız ve bu konuda rasyonal enerji politika ve projeleri üretmemiz gerekir. Aksi takdirde yarın çok geç olacak.


Facebook Twitter Google+ LinkedIn Pinterest Addthis