MUSA' NIN KIZI
İnsan geçmişe yönelik olayları anımsamaya çalıştığında unutamadığı anıların çoğunun çocukluk yıllarına ait olduğunun farkına varır. Bunun pek çoknedeni olsa gerek. Bu nedenler arasında birincisi kimbilir belleğimize kazınan ilk anı olmalarıdır. Bu anılar, belki de tıpkı şarap gibi yıllandıkça da değer kazanıyor olabilir. İnsan yaşlandıkça hayatı daha çabuk geçiyormuş gibi gelir. Yine yaşlandıkça çocukluk anılarını orta yaş anılarından daha net hatırlarız.
Benim ilkokul çağına kadar olan çocukluk yıllarım köyümüzde geçmiştir. O günlere ait yaşanmış pek çok anılarım vardır. Ancak bunlardan bir tanesi var ki onu unutmam asla mümkün değildir. Kimbilir, bende derin izler bırakmasında Anadolu insanının kıvrak zekasının payı oldukça fazla olsa gerek.
Köyümüz Karaca dediğimiz Şiran ilçesine yaklaşık 15 km mesafededir. O dönemde köyde traktör yoktu. Köyümüzde zengin sayılabilecek kişilerde yoktu. Ancak köy halkı içinden kendince hali vakti yerinde olanlar elbette ki vardı. Kasabanın pazarı perşembe günleri kurulurdu. Bu kişiler her perşembe günü sabahın ilk ışıklarında atlarını eyerletir köy meydanında gelirdi. Yaya olarak kasabaya gitmek için toplanmış kalabalık atlıların etrafını çevirirdi. At üzerindekiler şövalye edasıyla şöyle çevreyi bir göz ucuyla kolaçan eder, herkesin hazır olduğuna kanaat getirdiklerinde grubun başına geçer, köprüye doğru yönelir ve atlarını dehlerdi. Kasabaya gidecek olanlar atlıların peşine takılır ve kasaba yoluna revan olurlardı. O zaman saat ve zaman mefhumunu bilmediğim için yolculuğun ne kadar zaman aldığını doğrusu pek anımsayamıyorum.
Köyümüzde tükan (bakkal) olmadığı için herkes vita yağı (margarin), gazyağı, gaz lambası fitili, lüks gömleği vb. ihtiyaçlarını kasabadan tedarik etmek zorundaydı. Ancak o dönemlerde insanlarda para da yoktu. Köylüler köyde yetiştirdikleri sebze ve meyveler ile evlerinde yaptıkları yağ ve peyniri kasabada satar elde ettikleri para ile de yukarıda bahsedilen ihtiyaçlarını satın alırlardı. Pazarcıların sabah gidişleri merasim olduğu gibi akşam üstü köye dönüşleri de apayrı bir merasim havasında olurdu.
Köyümüzün güngörmüşlerinden olan Tenzile teyze de yaptığı yağları götürüp kasaba da satanlardan biriydi. Ancak evde yaptığı tereyağı toplarının ağırlıklarını kendisi de hiçbir zaman tam olarak bilmezdi. Bu nedenle bir gün öncesinden kasabada satmak için götüreceği yağlarını köyde askılı terazisi olan birinde tarttırırdı. Yine böyle bir günde yağlarını komşusu Musa Dayı’ ya tarttırmak ister. Ancak Musa Dayı evde olmadığı için yağlarını küçük kızı tartar. Kızcağız yağları tartmasına tartar ama yağ bir buçuk kilo gelir. Kızcağız bir buçuk kiloyu söyleyemez. “Tenzile teyze yağın bi bi kilo, bi de yarım kilo” der. Tenzile Teyze de bunu ezberler “bi bi kilo, bi de yarım kilo ”, “bi bi kilo, bi de yarım kilo ”.
Tenzile teyze ertesi gün herkes gibi yayan yapıldak köylülerle birlikte kasabaya gider ve yağlarını satmak ister. Gelen alıcılar yağın kaç kilo olduğunu sorduğunda “bi bi kilo, bi de yarım kilo” der. Tenzile teyzenin yağına yine bir müşteri talip olur ve yağın kaç kilo olduğunu sorar. Tenzile teyze ezberlediği o nakaratı tekrarlar “bi bi kilo, bi de yarım kilo”. Müşteri “tamam anladım, bir buçuk kilo” der. Tenzile Teyze bir buçuk kiloyu anlayamaz, müşterinin kendisini yanıltmak istediğini zanneder ve itiraz ederek “yoooooo evladım birbuçuk kilo değil, bi bi kilo, bi de yarım kilo” der. Müşteri itiraz eder yok bir buçuk kilo der. Tenzile Teyze tekrar itiraz eder “yoooooo, bi bi kilo, bi de yarım kilo” der. Alıcı tekrar ısrar ettiğinde Tenzile Teyze sinirli bir vaziyette “ula oğlum Allasen sen Musa’ nın kızından akıllımısın? Benim yağım bi bi kilo, bi de yarım kilo” der.